Kentler köyler…
Güzel İzmirimizde bu sene üst üste olmak üzere yangın, deprem, sel ve hortumu yaşadık. Önümüzdeki hafta da ciddi bir don tehlikesi var imiş. Bir önceki yazımda da yazmıştım, kentte yaşayanlara nazaran -tarımsal üretimdeki zarar ve kayıpları hariç tutarak- bu tarz felaketleri daha hafif atlattığımızı söyleyebilirim. Bugün üye olduğum bir WhatsApp grubuna gelen 2014 yılında kaleme alınmış bir yazıda, 2047 yılında büyük şehirlerin yaşanmaz hale geleceğinden bahsediliyor. Ben de kırsala göç etmeyi düşünen varsa faydası olur belki diye biraz tecrübelerimi anlatayım istedim.
Köye taşınalı 2 yılı geçti. Babam kendi köyünden 5 yaşında ayrılmış, annem, babası memur olduğu için hiç köyde yaşamamış, ben de doğduğumdan beri apartman dairelerinde yaşadım. Biz, köy hayatını çocukken gittiğimiz pikniklerde, tatil dönüşü uğradığımız dostların yanında gördük. Öyle oturup uzun uzun planlar yapmamış ve hatta karar dahi almamışken birkaç ay gibi kısa bir süre içinde evimizi, işimizi, çocukların okulunu, eş dost akrabalarımızı pat diye bırakıp göçtük. Zor mu, alıştınız mı soruları çok soruluyor. Açıkçası bizim bunları düşünmeye vaktimiz olmadı. Geride bırakıp kaçtığımız bir şey yok, pespembe hayaller ve beklentiler de yok, sadece, yıldızlarla dolu bir gökyüzünde hamakta sallanıp kedimizi sevmek, nefes aldığımızda temiz havayı ve çiçek kokularını içimize çekmek, git gide hem fiziki çevre, hem de insan ilişkileri anlamında betonlaşan bir şehirden uzaklaşmak istedik. En çok da çocuklarımız için istedik. Bir noktada farkettik ki, çocukları eğlendirmek için tonla para verip kapalı alanlara tıkıştırıyor, hafta sonları nefes alabilmek için kilometrelerce yol yapmak zorunda kalıyorduk. Trafikte kimse yol vermiyor, en ufak bir tartışma, hep karakolda bitecek bir kavgaya dönüşme ihtimali taşıyordu. Evet biz karar vermedik, şartlar bunu gerektirdi, biz de doğru olduğunu düşündüğümüz şeyi yaptık.
Ege’nin nadide bir köyünde yaşıyoruz. Tiyatromuz, kooperatifimiz, müzemiz, pazarımız, spor derneğimiz, kültür-sanat derneğimiz var. İlçemiz de özel, Urla, son yıllarda, “yaşam tarzı göçü” diyebileceğimiz bir göç alıyor. Her ne kadar pandemi ile beraber sekteye uğrasa da sosyal hayat çok aktif. Her köşede bir antika pazarı, yoga kursu, sanat etkinliği var. İlçe devlet tiyatrosu(Türkiye’de bir ilk), tasarım kütüphanesi, festivaller, üretici pazarları, sergiler.. Çoğuna yetişemiyoruz tabii, olduğu kadar.
Buradaki hayatımız elbette masallardaki köy hayatı gibi değil. Gündüz kültür sanat faaliyetleri yapıp gece yıldızları seyretmiyoruz. Bitkiler tohuma kaçıyor, köpek güvercinleri parçalıyor, fideler kuruyor, bostana domuz giriyor. Akrep, kene, yılan ve türevleri, çeşitli cins ve ebatta hayatta görmediğim böcükler de var. Kışın sel, yazın kuraklık, delinen borular, bekleyen işler var. Sabah çıtır çıtır biber toplayıp kahvaltıda yemek de var ama.
Yolunuz düşerse köy meydanındaki dükkanımıza bekleriz, oturur, çayımızı içer, çocuklarımız için daha umut verici bir geleceği nasıl kurabileceğimizi konuşuruz.
Serpil tatlı
Merhaba Güliz hanım, daha önce de yazmıştım sanırım, ben bu yazılarınızı bir gün kitaplaştırmanızı bekliyorum. Sevgiler